Hollanda’da sonbaharla tanışmak

Tuğçe Akbulut
3 min readDec 1, 2021

--

Biraz keşiften, farketmekten ve dönüştüren güçlerden bahsedelim.

Sonbahar güzel şeymiş meğer.

Büyüdüğüm yerde böyle bir mevsim yoktu. Anca yaz ve kış. Okula öğrendiğim 4 mevsim nasıl bir şey üniversitede başka şehre taşınınca öğrendim. Ama o da yarım yamalak. Sonbahar ve ilkbahar diye iki bahar olduğunu yine pek hissedememişim. İlkbahar bir haberci, müthiş keyifli, canlı bir yaz filminin teaser’ı gibi gelirdi. Sonbahar ise biraradalık, kendini içeri mi dışarı mı tam bir yere koyamama, bir mevsim gibi değil de az sonra kararacak göğün, soğuyacak rüzgarın kapı aralığı gibi gelirdi.

Geçenlerde Serdar Kuzuloğlu’nun Zihnimin Kıvrımları podcastinin Telaş Çağı bölümünü dinliyordum. Kendi yaratımlarımızın nasıl bizim varoluşumuzu şekillendirdiğinden kalemin şekli ve onunla ilişkilenme biçimimiz örneği üzerinden değindi. Kalemi bir çubuk şeklinde tasarladığımız için kalem tutma adabımızın bu icadımız etrafında geliştiğinden bahsediyordu. Şayet kalemi ilk seferinde top şeklinde yapmış olsaydık öyle bir ilişki, adap gelişecek, öylesi norm olacaktı diyor. Etrafımıza şöyle kısa bir bakış attığımızda, şu an bu satırları yazdığım bilgisayardan, size ulaştırdığım platforma kadar, icatlarımızın bizim tüm rutinlerimizi, eğrimizi doğrumuzu nasıl şekillendirdiğini görüyoruz.

Bir kaşif, düşünür, konuşmacı, bilim insanı Tom Chi’nin “Everything is Connected” başlıklı Ted konuşmasında çerçevelediği gibi, gerçeklik bir grup insanın aynı anda hemfikir olduğu bir halüsinasyondur. En azından ben bu söyleme katılıyorum. Peki bizi bunca etkileyen tasarlanmış çevremiz, o “herkes” değişince ne oluyor? Yok metaverse’e şu an değinmeyeceğim, o başka bir yazının konusu. Burada sonbaharı kutluyoruz:)

Sonbahar güzel şeymiş meğer.

Dönüşüm yalnızca kafanı yukarı kaldırınca göğe uzananlarda değil, onların toprağa kavuşmasında da saklıymış. Onca biriken yaprak, ölümün güzelliğine bir serenat resmen. O sapsarılar, kapkaralar arasında aniden beliren kıpkırmızı yemişlerin ölmeden az önce tohumunu sana tattırma telaşı ve iştahı hayranlık uyandırıcı.

Geçen mahallede bir bitki gördüm. Kışın tanışmıştım kendisiyle. Kuru, kısa, cansız dallar toprağa saplanmış öylece duruveriyordu. Baharda bir büyüyüp serpildi. Bana resmen belediye niye bunları ekti şimdi anladım dedirtti. O kadar kendinden konuşturmayı seven bir ihtişamla oldu. Şimdi ilk kez sonbahara beraber yürüdük. Bir farkettim ki ne yaprağında ne dalnda can var. Yine dönüyor o soğuk sakinliğine ama sonra, aralarda çiçekler gördüm. Güzeller güzeli pembe çiçekler. Resmen yıkılmadım ayaktayım, soyumun devamı için tüm canımı çiçek evlatlarımın ihtişamla adadım diyordu. Doğurmanın bugüne kolları pek de uzanmayan kadim amacı.

Hemen yanındaki kuru dallar yığını da canını kırmızısına akıtmış. Kan kırmızı tabiri burdan da gelebilirdi pekala. Kanının son damlası parlıyor dalında. Belki kırmızının kontrastı yeşil diyerek yanlış biliyoruzdur, kırmızının kontrastı ölü dal kahvesi olabilir. Eminim, ama ispat edemem.:)

İşte tüm bunlar beni getirdi bu ana. Sıcak memleketin yanık tenine alışık, aşık bir kadın, sonbaharı övüyor. Tanışmamışım ki meğer daha önce. İşte ne güzel alışmamış göz olmak. Ne güzel bir yere yabancı, bir yerin kaşifi olmak. Bugün sonbahara dair gözümün seçtiğini yazdım, bakalım burnum, tenim, kulağım neyi farkettirecek yarın.

Sonbahar güzel şeymiş meğer.

--

--

Tuğçe Akbulut
Tuğçe Akbulut

Written by Tuğçe Akbulut

Founder of Cross Change, Holistic and Speculative Multidisciplinary Designer, Creative Director

No responses yet